24 Kasım 2011 Perşembe

Bir Öğretmenler Günü Kompozisyonu:EĞİTİM ZAİYATINDAN EĞİTİM NEFERİNE

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA




EĞİTİM ZAİYATINDAN EĞİTİM NEFERİNE
Her şey ağa beyimin beni okula yazdırması ile başladı.Geniş bir ailenin hayalperest çocuğuydum. Ailemin dar ve orta gelir arasında seyrediyor olması o zamanlar farkına varabileceğim bir durum değildi.Ve bizim için hayal kurmak lükstü.Bu açıdan lüks içinde yaşıyordum. Okulun varlığı benim için ilkin gidilen yerken sonraları gitmem gereken yere dönüştü. Ve ilk öğretmenim benim için kahramandı,ulaşılmazdı. Ta ki onu tuvaletten çıkarken görene dek!Üstelik elinide yıkamadan.Tüm hayallerim klozete düşmüş ve üstüne sifon çekilmişti. Bana sürekli kutsal olarak gösterilen,hiç hata yapmayacağını düşündüğüm hatta insan olmadığını sandığım kişinin beşeri özelliklerini farketmem beni ondan biri yapmıştı. Bir şeylerin farkına varmıştım.Çocuktum ve her şeyi çocukça düşünmeye endeksliydim.
"öğretmenler, özellikle ilk öğretmenler, tanrısal işler kotaran ölümlülerdir. daha henüz yaratılmamış olanı sadece onlar yok edebilir." Elif Şafak- Araf
Yaşımın artması ile yaşıma sığmayan başımın, üstüne birde ilk sivilcelerimin sayısı arttıkça büyümeye başladığımı farkettim.Öğretmenler ve okullar değişiyordu.Bununla beraber algılarımda değişiyordu. Ergenliğin biz gençlere armağanı isyan duygusu, öğretmenlerimin ilgisiz ve umursamaz tarafları ile daha da yontulup sivrileşiyordu. İyi bir öğrenci profili her zaman çalışkan olmak gibi gösteriliyordu. Öğretmenlerimde benim yaşlarımda çok çalışkan değillerdi ki doktor,mühendis ya da hakim olamamışlardı diye düşünmeye başladım. Oysa bize sadece kitap bilgisi sunuluyordu. Düşünmeyi düşünmek ve düşlemek hiç önemsenmiyordu. Tek tip öğrenci profili arzulanan en önemli şeydi. Okul ve öğretmenler benim için oldukça rutin ve sıradan gelmeye başladı.Bir şeyler eksik gidiyordu ama bunu tam olarak ifade edemiyordum.Annem ödevlerini yap oğlum,takdir getir dedi.Bende sadece beklenini yaptım.Ve takdir edilmeyi bekledim.
 “Yüksek bilgiler kitaplarda bulunmaz; insan için onları kendi vicdanı hazinesinden, kendi içinden derin düşünce ve araştırmalarla çıkarmak ve mukaddes ateşi kendi

zâtî membaında aramak lâzımdır.” Eflâtun

Birbirinden farklı sınavlar sonucu bir türlü nereye gideceğimi bilemesemde ailemin yakınlarında iyi bir lisede okudum. Gurbete gitmek isterken güme gittim. Ailem bendeniz biricik oğullarını yanlarından ayırmak istemiyordu diye düşündüm. Oysa işin içinde maddi korkularla birlikte değişebilecek olma korkumda vardı. Ne yalan söyleyim bende korktum. Zamanla bu korku lisesinin atmosferinde dağıldı gitti. Birbirinden farklı öğrencilerin ve öğretmenlerin bir araya geldiği, insanların babalarının meslekleriyle,ne marka ayakkabı giydikleri ile ön plana çıktığı zamanlardı. Lise yıllarım edebiyattan anlamayan edebiyat öğretmenim ve müzikten insanı soğutan müzik öğretmenimin aksine kendimce edebi ve müzikal geçti. Aşık olduğum dönemleri ise hep karanlık çağlarım olarak adlandırdım. Lise öğrencilerin en tehlikeli ve ateşli görüldüğü zamanlardı. Bu yüzden sürekli kontroller ve denetimler olurdu. Bu yüzden eğitim ve öğretime pek zaman kalmazdı. Bu gün liseden hangi öğretmenin aklında iz bıraktı deseler izden çok kocaman bir kriz bıraktıklarını söylemem pek yalan olmaz. Öğrencilerine özel ders verip iyi not verenlerden tutun, öğrenciden çok babasının ya da annesinin mesleği ile ilgilenenlere, saçında jole var deyip dayak atan idarecilere, öğretmen çocuklarının el üstünde tutulmasına, hocaların keyfine göre bölümlere ayrılan sınıflara hep uyuz olmuştum. Ama ben öğrenciydim sadece. Bütün iyi olan şeyler benden beklenir ama bana hiç söz hakkı verilmezdi. Sözlerimi yuttum hep. İçimde büyüyen bu sözlerin bir gün onlara ulaşacağını bilerek. Gençtim ve kanım deli akıyordu. Tam olarak kendimi,mesleğimi ve geleceğimi tayin etme noktasında hep eksik kaldılar. Bu yüzden hatalarımın çoğunu kendimde ararken onların paylarını çok buldum. Onlar sağ salim ve kazasız belasız bizi liseden mezun etmeyi planladılar.Genç olduğumu hiç anlamadılar ve bana genç gibi davranmadılar.Onlar memnun biz ise mezun olduk.
“Gençliği anlamaz hale gelmişseniz, dünyadaki işiniz bitmiş demektir.” (Hz. Ali) 
Öncelikle ailenin sonra okul öğretmenlerinin ve dershane öğretmenlerinin en çok merak ettiği şey üniversite sınavı sonrası nereye yerleştirileceğimizdi.Dikkat edin ne olacağımız değil nereye yerleştirileceğimiz! Çünkü bu bizi birey olarak görmeye başlayacakları bir başlangıçtı. Halk diliyle artık adam yerine konulacaktık. Tabi kazanırsak! Ben ilk girişimde kazanamamış ve ailemin beklentilerini yerle bir etmiştim. Ama bu dershaneye gitmediğim için biraz görmezden gelindi. Oysa ben kendimi bu kronolojik eğitim zinciri arasında pek görmüyordum. Farklı bir eğitim almalıydım. Ya da hayata atılmalıydım. Tüm keşfedilmemiş ve görmezden gelinmiş yönlerim bir kenara atılarak bir sınav sonucu bir şey olmaya mecbur bırakıldım. Evet, hayat sınavlarla doludur. Bunun farkındaydım ama tüm eğitim hayatım boyunca umursanmayan yanlarımın körelmeye yüz tutması beni kahrediyordu. Babası istediği için doktor ya da annesi istediği için mühendis olan biri olmak istemiyordum. Ve kendi mesleğimin ne olması gerektiği konusunda hiç bir fikrim yoktu. Daha sonra üniversite sınavını bir kaç kere kazandım.Bölüm değiştirdim.Üniversite değiştirdim ama hala eğitim uzayında nerede olduğumu belirleyemedim.Ve en sonunda ilahi bir şekilde öğretmen olmaya karar verdim. Bunun bir tesadüf değil tevafuk olduğunu hayat bir çok açıdan gösterdi. Üstelik ben öğretmenlerimin bir çoğunu sev(e)mezken. Bizim oralarda istenmeyen ot burnunun dibinde biter derler. Biraz öyle oldu.Acılarla büyümüştüm.Eğitim zaiyatıydım.
“İnsan, içi oyulmadıkça ötmeyen bir kamışa benzer.” (Mevlâna)
Şimdi bir öğretmen adayıyım.Ve öğretmenim olan herkese,her şeye müteşekkirim. Çünkü onların tüm eksikleri beni olmam gereken öğretmen ya da olması gereken öğretmen için besledi. Fazlası ile doymuş gibi hissetmem bundan sanırım. Zamanın ruhu sürekli değişiyor. Olması gerekenler ve  yeterlilikler sürekli fazlalaşıyor. Ali Rıza Binboğa’nın “Öğretmenim” adlı şarkısı ara sıra kulaklarımda çınlıyor. O şarkıda ki saflığı ve samimiyeti yitirdiğimizi düşünsemde , umudumu hiç kaybetmedim. Talebelerime öğrenme arzusunu aşılamam gerektiğini ve öğretmen olduğumda benimde bir zamanlar öğrenci olduğumu unutmamam gerektiğini kendime milat saydım.Nietzsche ağladığında adlı kitapta “ Bugün en iyi öğretmenin, öğrencisinden bir şeyler öğrenen öğretmen olduğunu anladım”  diye yazar. Bende öğrencilerimi etkilemem için elimden gelenin en iyisini yapmam gerektiğini anladım. Çünkü geleceğin tarihi öğretmenlerin geçmişi ile yazılıyor. Ne mutlu öğretmenim diyene!
 “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.”-Mustafa Kemal Atatürk

21 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Dizi İz Bırakan Dizi Bölüm 1:Carnivale-Shameless-Entourage-Breaking bad-The Big Bang Theory-Too Big to fail

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

Carnivàle: Karanlık bir diziydi. Bunun gibi bir dizi bir daha ne zaman yapılır sanırım kimse bilemez.


 Shameless: Bizde Bizim Aile diye dizi vardı.O diziyi al  Kaygısızlar ile birleştir. Üstüne çarpık aile ilişkileri sosu koy. Al sana shameless.


Entourage: Ari gold 




Breaking bad: Bizim ülkede öğretmenler atanamamaktan dem vura dursun ecnebiler bir kimya öğretmeninin trajik hayatından bile dizi yapıyor. Tüm eğitimcilerin izlemesi şart!


  
The Big Bang Theory: Bizim üniversite öğrencilerimiz evde bira şişesi koleksiyonu yapmaya akıl yorarken komik olduğu kadar akademik bu diziyi elin gavuru yüzümüze tez diye çarpıveriyor!




Too Big to fail: Paran mı var derdin var dizisi. İzlemek nasip olmadı adam akıllı. Kapitalizm dedikleri geyiği ballandıran ve bazen baltalayan cinsten bir yapıt.

20 Kasım 2011 Pazar

JEAN PAUL SARTRE-BULANTI & ALİ ŞERİATİ-SİZİ RAHATSIZ ETMEYE GELDİM

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA
Jean paul sartre'ın günlük gibi romanı.


"Yarın'dan başka, yani bir diğer bugün'den başka bir şey düşündükleri 
yoktur; çünkü yalnızca tek bir gün vardır kentlerde, her sabah, öteki sabahlar gibi beliren tek bir gün. Pazar 
günleri, tek günlerinibirazcık allayıp pullarlar o kadar. Budalalar. Ablak suratlarını, memnun suratlarını yeniden göreceğimi düşünmek iğrendiriyor beni. Yasalar koyuyorlar, bayağı romanlar yazıyorlar, evleniyorlar, hattâ 
budalalıklarını çocuk yapmaya kadar vardırıyorlar. Oysa öte yandan, belirsiz büyük doğa; kentlerine 
sokuluyor, her yana, evlerine, çalışma yerlerine, benliklerine dek süzülüp giriyordu. Doğa kımıldamıyor bile, 
sakin, oysa onlar yüreklerinin orta yerine kadar doğa ile dolular, doğayı soluyorlar ama görmüyorlar, onun 
dışlarında olduğunu, kentin yirmi kilometre uzağında olduğunu sanıyorlar. Görüyorum onu ben, bu doğayı, 
onu görüyorum ben... Doğa'nın başeğmesinin doğa'nın tembelliğinden ileri geldiğini, doğa'nın yasaları 
olmadığını biliyorum ben, yasaları: bu kentlilerin doğa'nın düzeni dedikleri şeyi... Oysa yalnızca alışkanlıkları 
vardır onun, bakarsın yarın değiştiriverir bu alışkanlıklarını..."
 (JEAN PAUL SARTRE-Bulantı) [Tam metin, Fransızca aslından çeviren : Erdoğan ALKAN]  (benim okuduğum kitap Oda yayınlarının)


Ayrıca bir başka önemli düşünür Ali Şeriati için Sartre şöyle der: "I have no religion, but if I were to choose one, it would be that of Shariati's."

Bir ara "Sizi rahatsız etmeye geldim" adlı kitabı okumak gerek. 



Bu gün bunu öğrendim: Atatürk ve Atı Sakarya

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

Gidenler görenler bilir ki Ankara Ulus meydanda Atatürk heykeli vardır.Atatürk bir atın üzerinde tüm heybeti ile durur.İşte o atın ismi Sakarya imiş. Daha önce mutlaka bir yerde okumuşumdur ama tekrar okuyunca dikkatimi çekti. İsminin Sakarya olması çok manidar. Sakarya gibi çok pasif ve ruhsuz bir şehrin ismini atına vermiş Atatürk. O da bilemezdi bu gün bu şehirn bu kadar ruhsuz olacağını.[“Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya / Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” -N. F. Kısakürek.]İşin bu boyutu bir yana at sembolik olarak çok önemli mesajları imler. Mesela dünya ve Türk şiirinde at önemli bir metafordur. Ki ilkel çağlarda insan mezarlarının içinde at iskeletleri bile çıktığı bilinmekte.Asaletin,özgürlüğün ve estetiğin sembolü olan at Türk mitolojisinde Tulpar olarak bilinirken Yunan mitolojisinde Pegasus olarak bilinir. [Merak ettiğim bir diğer şey Ali Sabancı (Pegasus havayolların kurucusu ya da sahibi) neden firmanın ismini Tulpar değilde Pegasus olarak vermiş. Türklük ya da milliyetçilik yerine sanırım kapitalizm daha ağır basıyor.Küresel piyasada iş yapabilmek için belkide falan filan. Neyse...] Ayrıca Hz. Muhammed'in atının "Burak" isminde olduğu ve dinler içinde önemli bir sembol olduğu da söylenebilir. İlginç olan W. Schmidh: "At, Türkler tarafından evcilleştirilmiştir." der. Sanırım atları evcilleştirirken ruhları,özgürlüğü ve çalışma azmini de evcilleştirdik. Bu yüzden ülkemizde fazlası ile beygir var. Yahu konuyu nereden nereye bağladın diyeceksiniz. Aklıma geldi söyledim işte. Alındın mı?