EĞİTİM
ZAİYATINDAN EĞİTİM NEFERİNE
Her şey ağa beyimin beni okula yazdırması ile
başladı.Geniş bir ailenin hayalperest çocuğuydum. Ailemin dar ve orta gelir
arasında seyrediyor olması o zamanlar farkına varabileceğim bir durum
değildi.Ve bizim için hayal kurmak lükstü.Bu açıdan lüks içinde yaşıyordum.
Okulun varlığı benim için ilkin gidilen yerken sonraları gitmem gereken yere
dönüştü. Ve ilk öğretmenim benim için kahramandı,ulaşılmazdı. Ta ki onu tuvaletten
çıkarken görene dek!Üstelik elinide yıkamadan.Tüm hayallerim klozete düşmüş ve
üstüne sifon çekilmişti. Bana sürekli kutsal olarak gösterilen,hiç hata
yapmayacağını düşündüğüm hatta insan olmadığını sandığım kişinin beşeri
özelliklerini farketmem beni ondan biri yapmıştı. Bir şeylerin farkına
varmıştım.Çocuktum ve her şeyi
çocukça düşünmeye endeksliydim.
"öğretmenler, özellikle ilk öğretmenler, tanrısal işler
kotaran ölümlülerdir. daha henüz yaratılmamış olanı sadece onlar yok
edebilir." Elif Şafak- Araf
Yaşımın artması ile yaşıma sığmayan başımın, üstüne
birde ilk sivilcelerimin sayısı arttıkça büyümeye başladığımı
farkettim.Öğretmenler ve okullar değişiyordu.Bununla beraber algılarımda
değişiyordu. Ergenliğin biz gençlere
armağanı isyan duygusu, öğretmenlerimin ilgisiz ve umursamaz tarafları ile daha
da yontulup sivrileşiyordu. İyi bir öğrenci profili her zaman çalışkan olmak
gibi gösteriliyordu. Öğretmenlerimde benim yaşlarımda çok çalışkan değillerdi
ki doktor,mühendis ya da hakim olamamışlardı diye düşünmeye başladım. Oysa bize
sadece kitap bilgisi sunuluyordu. Düşünmeyi düşünmek ve düşlemek hiç
önemsenmiyordu. Tek tip öğrenci profili arzulanan en önemli şeydi. Okul ve
öğretmenler benim için oldukça rutin ve sıradan gelmeye başladı.Bir şeyler
eksik gidiyordu ama bunu tam olarak ifade edemiyordum.Annem ödevlerini yap
oğlum,takdir getir dedi.Bende sadece beklenini yaptım.Ve takdir edilmeyi
bekledim.
“Yüksek bilgiler
kitaplarda bulunmaz; insan için onları kendi vicdanı hazinesinden, kendi
içinden derin düşünce ve araştırmalarla çıkarmak ve mukaddes ateşi kendi
zâtî membaında aramak lâzımdır.” Eflâtun
Birbirinden
farklı sınavlar sonucu bir türlü nereye gideceğimi bilemesemde ailemin
yakınlarında iyi bir lisede okudum. Gurbete gitmek isterken güme gittim. Ailem
bendeniz biricik oğullarını yanlarından ayırmak istemiyordu diye düşündüm. Oysa
işin içinde maddi korkularla birlikte değişebilecek olma korkumda vardı. Ne
yalan söyleyim bende korktum. Zamanla bu korku lisesinin atmosferinde dağıldı
gitti. Birbirinden farklı öğrencilerin ve öğretmenlerin bir araya geldiği, insanların
babalarının meslekleriyle,ne marka ayakkabı giydikleri ile ön plana çıktığı
zamanlardı. Lise yıllarım edebiyattan anlamayan edebiyat öğretmenim ve müzikten
insanı soğutan müzik öğretmenimin aksine kendimce edebi ve müzikal geçti. Aşık
olduğum dönemleri ise hep karanlık çağlarım olarak adlandırdım. Lise
öğrencilerin en tehlikeli ve ateşli görüldüğü zamanlardı. Bu yüzden sürekli
kontroller ve denetimler olurdu. Bu yüzden eğitim ve öğretime pek zaman
kalmazdı. Bu gün liseden hangi öğretmenin aklında iz bıraktı deseler izden çok
kocaman bir kriz bıraktıklarını söylemem pek yalan olmaz. Öğrencilerine özel
ders verip iyi not verenlerden tutun, öğrenciden çok babasının ya da annesinin
mesleği ile ilgilenenlere, saçında jole var deyip dayak atan idarecilere,
öğretmen çocuklarının el üstünde tutulmasına, hocaların keyfine göre bölümlere
ayrılan sınıflara hep uyuz olmuştum. Ama ben öğrenciydim sadece. Bütün iyi olan
şeyler benden beklenir ama bana hiç söz hakkı verilmezdi. Sözlerimi yuttum hep.
İçimde büyüyen bu sözlerin bir gün onlara ulaşacağını bilerek. Gençtim ve kanım
deli akıyordu. Tam olarak kendimi,mesleğimi ve geleceğimi tayin etme noktasında
hep eksik kaldılar. Bu yüzden hatalarımın çoğunu kendimde ararken onların
paylarını çok buldum. Onlar sağ salim ve kazasız belasız bizi liseden mezun
etmeyi planladılar.Genç olduğumu hiç anlamadılar ve bana genç gibi
davranmadılar.Onlar memnun biz ise mezun olduk.
“Gençliği anlamaz hale gelmişseniz, dünyadaki işiniz bitmiş
demektir.” (Hz. Ali)
Öncelikle ailenin sonra okul öğretmenlerinin ve
dershane öğretmenlerinin en çok merak ettiği şey üniversite sınavı sonrası
nereye yerleştirileceğimizdi.Dikkat edin ne olacağımız değil nereye
yerleştirileceğimiz! Çünkü bu bizi birey olarak görmeye başlayacakları bir başlangıçtı.
Halk diliyle artık adam yerine konulacaktık. Tabi kazanırsak! Ben ilk girişimde
kazanamamış ve ailemin beklentilerini yerle bir etmiştim. Ama bu dershaneye
gitmediğim için biraz görmezden gelindi. Oysa ben kendimi bu kronolojik eğitim
zinciri arasında pek görmüyordum. Farklı bir eğitim almalıydım. Ya da hayata
atılmalıydım. Tüm keşfedilmemiş ve görmezden gelinmiş yönlerim bir kenara
atılarak bir sınav sonucu bir şey olmaya mecbur bırakıldım. Evet, hayat
sınavlarla doludur. Bunun farkındaydım ama tüm eğitim hayatım boyunca
umursanmayan yanlarımın körelmeye yüz tutması beni kahrediyordu. Babası
istediği için doktor ya da annesi istediği için mühendis olan biri olmak
istemiyordum. Ve kendi mesleğimin ne olması gerektiği konusunda hiç bir fikrim
yoktu. Daha sonra üniversite sınavını bir kaç kere kazandım.Bölüm değiştirdim.Üniversite
değiştirdim ama hala eğitim uzayında nerede olduğumu belirleyemedim.Ve en
sonunda ilahi bir şekilde öğretmen olmaya karar verdim. Bunun bir tesadüf değil
tevafuk olduğunu hayat bir çok açıdan gösterdi. Üstelik ben öğretmenlerimin bir
çoğunu sev(e)mezken. Bizim oralarda istenmeyen ot burnunun dibinde biter derler.
Biraz öyle oldu.Acılarla büyümüştüm.Eğitim
zaiyatıydım.
“İnsan, içi oyulmadıkça ötmeyen bir kamışa benzer.” (Mevlâna)
Şimdi bir öğretmen adayıyım.Ve öğretmenim olan
herkese,her şeye müteşekkirim. Çünkü onların tüm eksikleri beni olmam gereken
öğretmen ya da olması gereken öğretmen için besledi. Fazlası ile doymuş gibi
hissetmem bundan sanırım. Zamanın ruhu sürekli değişiyor. Olması gerekenler
ve yeterlilikler sürekli fazlalaşıyor. Ali
Rıza Binboğa’nın “Öğretmenim” adlı şarkısı ara sıra kulaklarımda çınlıyor. O
şarkıda ki saflığı ve samimiyeti yitirdiğimizi düşünsemde , umudumu hiç
kaybetmedim. Talebelerime öğrenme arzusunu aşılamam gerektiğini ve öğretmen
olduğumda benimde bir zamanlar öğrenci olduğumu unutmamam gerektiğini kendime
milat saydım.Nietzsche
ağladığında adlı kitapta “ Bugün en iyi öğretmenin, öğrencisinden bir şeyler
öğrenen öğretmen olduğunu anladım” diye
yazar. Bende öğrencilerimi etkilemem için elimden gelenin en iyisini yapmam
gerektiğini anladım. Çünkü geleceğin tarihi öğretmenlerin geçmişi ile
yazılıyor. Ne mutlu öğretmenim diyene!
“Milletleri kurtaranlar
yalnız ve ancak öğretmenlerdir.”-Mustafa Kemal Atatürk










