8 Ekim 2011 Cumartesi

Türkiye'de Üniversitelerin Röntgeni: CMYLMZ SORU CEVAP

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

Üniversitelerin sorunları ve eğitim sistemi hakkında bir sürü makale, kitap ve benzeri çalışma
yapıldı ve imkân buldukça bir kısmına göz attım/atıyorum. Ama bunların birçoğu gerçek anlamda
 laf kalabalığından ibaret olmakla beraber hiçbir çözüm önerisi olmayan kendiyle çelişen
akademisyenlerin yazdığı şeyler. Bu konu ile ilgili ciddi bir çalışma eksikliği olduğu da kesin.

Özellikle THE (Times-Higher-Education) listesi ile üniversitelerimizin ne
durumda olduğunu kısmen görüyoruz. 2011-2012
 listesinde 201-225 Aralığında olan Bilkent üniversitesi bile bu eğitim
zayiatının acısını hafifletemiyor. Ki Bilkent üniversitesi 1984 doğumlu bir
 üniversite. İstanbul Üniversitesi 1321’lere dayanan tarihi deneyim ve bilgi
birikiminin bu listeye girmesinde işe yaramadığı da apaçık bir gerçek.

 Üstüne üstlük ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ın bu yıl ki THE kriterlerinin değişmesini ele alıp ve bu başarısızlığı BÜTÇE VE AKADEMİK ÖZGÜRLÜK eksikliğine bağlaması ise ayrı bir fiyasko. ODTÜ senelerdir bir çok kaynaktan yeterince beslenen
 ve akademik özgürlük noktasında yeterince özgür olan bir kurum olmasına rağmen bahaneyi daha fazla bütçe ve özgürlük olayına odaklaması ayrıca komik oluyor. Ve işin garip tarafı ise ilk 500’de olan üniversitelerimizin daha çok TEKNİK ÜNİVERSİTE formasyonuna sahip olması! Ve buna rağmen  teknoloji üretmekten çok tüketen bir toplumuz. Üstelik araba gibi sanayi devrimi sonrası icat etmemiz gereken bir teknolojiyi şimdi üretme gayretimiz saflık değildir de nedir bilmiyorum. Bilişim teknolojisi yerine araba icat etmek neden bu kadar araba sevdalısı olduğumuzu da açıklıyor sanırım.

YIL 2011 VE TÜRKİYE 166 ÜNİVERSİTESİ OLAN BİR ÜLKE. BU ÜNİVERSİTELERİN 5-6 TANESİNİN İŞLİYOR OLMASI TABLONUN NE KADAR VAHİM OLDUĞUNU GÖSTERMİYOR MU? ÜSTELİK EĞER THE LİSTESİ ((Times-Higher-Education)) GERÇEKTEN AŞAĞIDA Kİ BAŞLIKLARA BAKILARAK YAPILIYORSA SON DERECE GEÇERLİ SAYILMAZ MI?!?

Teaching (öğretim) — the learning environment (öğretim ortamı) (worth 30 per cent of the overall ranking score)  %30 değer ölçeği
Research (araştırma) — volume, income and reputation (araştırmanın yarattığı etki, araştırmanın geliri ve ulusal camiada ki itibarı) (worth 30 per cent)
Citations(atıflar) — research influence (araştırmanın etkileri) (worth 30 per cent)
Industry income (Sanayi geliri)— innovation (inavasyon yani yenilik, ortaya yeni ve orjinal bir ürün çıkartma) (worth 2.5 per cent)
International outlook (uluslararası görünüm ve itibar) — staff, students and research (personel öğrenciler ve araştırma) (worth 7.5 per cent).
62Sİ VAKIF 104Ü DEVLET TOPLAM 166 ÜNİVERSİTE!!!VE BU SAYI GİT GİDE ARTACAK.

DİYELİM Kİ BU SIRALAMA GERÇEKLERİ YANSITMIYOR VE AMERİKA'YA,İNGİLTERE'YE TORPİL GEÇİLİYOR. Kİ BU HABER BİLE (http://cografyabilim.wordpress.com/tag/thomson-reuters/)   THE YÖNETİMİNDE BULUNAN "Thomson Reuters" 'ın indeksleme olayında gerçekçi olduğunun küçük bir kanıtı. O ZAMAN CEM YILMAZ'IN 

Koç üniversitesi

Maltepe üniversitesi

Anadolu Üniversitesi

Bilkent Üniversitesi

Bahçeşehir Üniversitesi

Kadir Has Üniversitesi

Boğaziçi Üniversitesi
GİBİ TÜRKİYE'NİN EN ÖNEMLİ VE İYİ OLARAK LANSE EDİLEN ÜNİVERSİTELERİNDE YAPMIŞ OLDUĞU CMYLMZ SORU&CEVAP KOLAJINA NE DİYECEKSİNİZ!!!
AŞAĞIDA DÜNYANIN EN İYİ ÜNİVERSİTELERİNDEN OLUŞAN BİR TOP LİST BULUNUYOR. YAZIMIZIN DEVAMI İSE YARIN.

Ek Kaynak:

2 Ekim 2011 Pazar

ICT SUMMİT EURASİA BİLİŞİM ZİRVESİ 2011 BENİ BEKLİYOR

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

Bugün İstanbul'a gidiyorum. ICT SUMMİT EURASİA BİLİŞİM ZİRVESİ 2011'in bana farklı bakış açıları katacağı umuduyla. Bilet fiyatları neden bu kadar pahalı bir türlü anlam veremedim. (bir kişi 700 tl) Sadece godomanların gelmesi için yapıyoruz dermişçesine. Yuh lan hiç o kadar para verilir mi diye sormayın. Özel konuk olarak orada bulunacağım. (Şaka lan Şaka) John Perkins (Aktivist, Yazar), Michael McQueen (Sosyal Araştırmacı) ve Jim Stolze'nin (TEDx Amsterdam Kurucusu & The Founder Institute, Baş Dikkat Yöneticisi) sunumlarını oldukça merak ediyorum.3-5 ekim 2011'de İstanbul Kongre Merkezinde gerçekleşecek olan zirveden izlenimlerimi burada paylaşacağım. BUNUN BİLİŞİMLE UĞRAŞAN HERKESE FAYDASI OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. Hadi bakalım hayırlısı...

Daha fazla bilgi istiyorsanız : http://www.bilisimzirvesi.com.tr/11/

Nuri Bilge Ceylan, Rus Edebiyatı ve Bir Taşra Otopsisi olarak Bir Zamanlar Anadolu'da

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

"Hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir."- Anton Pavloviç Çehov

Nuri Bilge Ceylan (NBC) gerek Avrupa'da gerek Amerika'da en çok tanınan yönetmenimiz kuşkusuz. Türkiye'de ise gereken ilgiyi gör(e)mediği aşikar. Bunun sebeplerini anlatmaya hiç niyetim yok. Çünkü Shakespeare'in dediği gibi "İnsan; insandır." Uzatmaya gerek yok. Cannes 2011 öncesi (sonrasında juri özel ödülü aldığını ekleyelim,ki Jude Law NBC konuşurken hayranlıkla onu izliyordu) Bir Zamanlar Anadolu'da (Once upon a time in anatolia)  ile ilgili NTV'nin ve bir türlü sahici bulamadığım Yekta Kopan'ın sorularına cevap veren  Nuri Bilge Ceylan çok net bir adam.Kasaba bürokratlarından,taşra otopsisine,Çehov ve Rus edebiyatından, sinefili olmadığını ve sıradan olmanın samimiyeti içinde derdi bir şeyler anlatmak olan bir yönetmen. 

Röportajda ilgimi en çok çeken şey NBC'nın Çehov'u çok sevdiği ve Rus edebiyatının üzerindeki etkisi oldu. Bu birazda şu demek olmuyor mu? TÜRK EDEBİYATI İLHAM VERMEK İÇİN YETERLİ DEĞİL! YA DA TÜRK EDEBİYATI NE KADAR TÜRK YA DA BİRAZ AĞIR OLACAK AMA GERÇEKTEN BİR TÜRK EDEBİYATINDAN BAHSEDEBİLİR MİYİZ? Bunlar eğitimde önemli yeri olması gereken ve hiç bir zaman tam anlamı ile üzerine düşmediğimiz edebiyat meselesini tekrar gündeme getirmeli bence. Burada aklıma K DERGİSİ'nin mottosu "size yalan söylediler, edebiyat aslında eğlencelidir" geldi. Türk edebiyatının ne kadar eğlenceli olduğunu Türkçe öğretmenlerine sormak gerek. Ki onlar bile (benim gördüklerim) pek eğlenir gibi görünmüyorlar. Üniversite öğrencilerinin durumu ise daha vahim. OLAY ÇOK NET. KİMSE BİR BOK OKUMUYOR. OKUYAN İSE EBEM SIÇTI BEN YEDİM MİNVALDE ŞEYLER.

Ayrıca NBC ile yapılan bu röportajda sinemanın bugün ki kısıtlayıcılığı ve dayatmacılığı üzerine önemli şeyler söyleniyor. Ve belkide en iyisi şu : "Filmi özellikle uzun yaptım (150 dk boru değil)  çünkü sıkılanları ilk yarısında elemek istedim." İnsanların sıkılmayacakları bir film değil sıkılanların siktirip gidecekleri bir film diyor açık ve net. Bu bile yaptığı işten emin olan adamın duruşunu fazlası ile gösteriyor.Filmin Kırıkkale Keskin gibi bir yerde çekilmesi bile film için özel platolara gerek duyulmadığını ve taşranın bozkırın soğukluğunun , rutinde yaşanan hayatların neler yaşadığını bize sunuyor.

Kasaba bürokratları olayına hiç değinmeyeceğim. Okullarda,Üniversitelerde ve kamunun her yerinde onlardan bolca var.

Sonuç üniversiteler böyle şeyleri ders niyetine izletebilir.Üzerine konuşulabilir ve "Durum Hikayesinin dünya edebiyatındaki en büyük temsilcisi Anton Çehov olduğu için Çehov tarzı hikaye de denir  ve Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra yerli temsilcileridir." gibi basma kalıp söylemden okullarımız biraz olsun arınır umarım. Ne de olsa edebiyat herkese gereklidir.

''Hayata karşı ilk küskünlüğümüz, yanımızda sandığımız kişileri karşımızda görmemizle başlar.''-Anton Pavloviç Çehov

FRANSIZCAYA FRANSIZ KALAMAMA SEBEBİ VE Les Bien-aimés (The Beloved)

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA





Fransızca benim için her zaman fonetiği ve seksapeli nedeniyle çok çekici bir dil olmuştur. Sanırım bunun en önemli sebebi Fransız ekolleri ve Avrupa sinemasında Fransa'nın önemli yeri. Fransız filmlerini görsel olarak çok çekici buluyorum. Oysa gerek Fransa'ya gerek nicolas sarkozy'ye oldum olası uyuz olmuşumdur. Ama görüntü yönetmenliği ve sanat yönetmenliği açısından her Fransız yönetmen sanki paralel bir dil için eğitilmişler izlenimi veriyorlar. Bu konuyu görsel sanat eğitimi ülkemizde neden yeterince gelişmemiş olarak incelenebilir kimbilir. Asıl konu Cannes (2011) film festivali kapanış filmi Les Bien-aimés (The Beloved)  ve müzikleri idi. Filmin özel bir durumu yok benim için ama Catherine Deneuve ve  Chiara Mastroiani için izlenilir sadece. Kadınlar ise Louis Garrel'e ve filmin fragmanında boy gösteren topuklu ayakkabı fetişine göz atabilir.
Ve benim için en önemlisi  Je peux vivre sans toi  gibi bir şarkıyı  Ludivine Sagnier'den dinleyerek güne uyanmak. Ayrıca bir dili çekici kılan detaylar ve dil öğrenmek başlıklı başka yazılarda fransızcaya tekrar döneceğiz.