Aşağıda ki yazı bana ait olmakla beraber bir kitap için yazmakta olduğum bir taslaktır.
EGEMENLİK, KAYITSIZ,
ŞARTSIZ TELEVİZYONUN(DU)!*
Televizyon sözcüğü, Yunanca “uzak” anlamındaki ‘tele’ ve Latince “gör”
anlamındaki ‘visio’ sözcüklerinden üretilmiştir. Uzağı görmemiz için
tasarlandığı söylenen aletin bu gün yanı başımızda olan birçok şeyi
göremememizi sağlaması (ya da umursamamamızı) ve dağınık bir bilinç oluşturması
ise işin vahim tarafıdır. 1923 yılında
İngiltere’de icat edilmesi ile başlayan bu sürecin 20. Yüzyılı 21. Yüzyıla güvenle
taşıyacağı umudunu taşıyanlar epey yanıldı. En azından bir gelişmişlik
göstergesi olduğu varsayılarak böyle düşünülüyordu şüphesiz. Ama yine
İngiltere’de 1760-1850 yıllarında süregelen Sanayi Devrimi ve 1914’den 1945’e
kadar süren birinci ve ikinci dünya savaşları ile yorulan dünya insanlarına
yeni bir oyuncak lazımdı. İşte bu vazifeyi televizyon üstlendi. İcadından bu güne
bilgi dolaşımını sağlaması gerekirken görüntü ve bilgi kirliliğini fazlasıyla
üstlenen (ideolojileri dayatan) televizyon, üretilen her icat gibi hizmet
etmesi gereken yönleri çoğu zaman ıskaladı. İktidarların ya da muhalefetlerin,
para babalarının, televizyon sahiplerinin, kalitesiz televizyoncuların,
yapımcıların, reklamcıların yani halktan çıkar sağlamaya çalışan tüm menfaat
sahiplerinin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Üstüne bilgisiz ve bilinçsiz ailelerin
ve bireylerin çaresizliği eklenince kaosun fitiline ateş çoktan verilmiş oldu.
Reginald Damerll "hiçbir
çocuk ya da yetişkin TV izlerken daha fazla TV karşısında kalarak daha iyi
konuma gelmez. Gereken beceriler o kadar basittir ki henüz yeteneksizliğinden
dolayı TV izleyemeyen bir çocuk duymadık" der. Neil Postman’ın ve Cemil Meriç’in
söyledikleri ise birbirlerinin sağlamasını yapar sanki. Postman’a göre: Televizyon okuma kültürünü yok etmiştir. Halbuki zihinsel gelişim için
okuma eyleminin yerini hiçbir eylem tutamaz. Seyirci olmak için hiçbir beceri
gerekmez. "Televizyon okuma-yazma kültürünü genişletmez ve pekiştirmez.
Tersine, okuma-yazma kültürüne saldırır. Televizyon, herhangi bir şeyin
devamıysa eğer, on beşinci yüzyıldaki matbaanın değil, 19. Yüzyılın ortasında
telgraf ile fotoğrafın başlattığı geleneğin devamıdır." (Postman, 1994:
96)
Meriç ise “Televizyon
kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş,
hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat
edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon seyrederken şuurumuz yarı uykudadır. Bu
itibarla seslerin ve renklerin cümbüşü ile bir kat daha sarhoşlaşır ve
kendimizden geçeriz. Televizyon, şuurdaki son pırıntıları da yok eden bir
cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan. Yokluğa, boşluğa,
şuursuzluğa açılan bir kapı... Bu korkunç tiryakilik, kurbanlarını
batılılaştırmaz, batırır. Kültürün dün de, bugün de, yarın da tek taşıyıcısı
vardır: Kitap. Televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar
verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batının bütün fuhşiyatını haremimize taşıyan
bu kanalizasyonun hayırlı bir işe yarayacağını ummak büyük iyimserlik olur. Eskiler
"medenîleşmek, frengileşmektir" demişler. Televizyonun cömertçe
dağıttığı medeniyet de bu çeşit bir medeniyet" diyor.( Meriç, 1986: 404)
Bunca televizyon karşıtı görüşe rağmen televizyonun
faydalarını da görmezden gelmemek gerekir. Kimi birçok kişide televizyonun
faydalarından söz eder. Sonuçta her evde olan bir aleti ve neredeyse ırksal
arkatipsel bir devinimi olan televizyonu hayatımızdan çıkarmak için çok geç
kaldık. Ama bu geç kalmışlığımızın devamının gelmemesi gerekir. İşte bu iyi bir
medya okuryazarı olmakla çözümlenebilecek bir sorun olabilir. “Neyi okumalıyım”
, “Neyi izlemeliyim” i bilinçli sorup
gerçekçi cevaplarla buluşturabilirsek televizyon ve diğer medya organları
görevini doğru yerine getirebilir. İşte bu kolaj hem bunu sağlamaya yönelik bir
toplama olmayı hedefler. Tüm öğretmen (eğitimci) ve öğretmen adaylarına umarız
klavuzluk eder. "Öğretmen öğrencilere malzemeyi,
üzerinde düşünmeleri için sunar ve öğrenciler kendi düşüncelerini ifade
ederlerken o da önceki değerlendirmelerini yeniden gözden geçirir"
(Freire, 2003: 58) Paulo Freire ‘nin dediği gibi gerek öğrenci gerek
öğretmen burada öznedir. Doğru olan ve yapmamız gereken televizyon, internet ve
diğer tüm medya organlarını kullanırken gerçekle yüzleşmekten geçer. “Yüzleşme
noktasında ne mutlak cahiller ne de yetkin bilgeler vardır; sadece halen
bildiklerinden daha fazlasını öğrenme girişimi içindeki insanlar vardır. “ (Paulo
Freire -Ezilenlerin Pedagojisi )
* Televizyon egemenliğini her zaman üst düzeyde
koruyamayacak olsada
(internet ve sosyal medya nedeniyle ) egemenlikten payını
her zaman almasını bilecektir.