10 Ağustos 2012 Cuma

O ŞİMDİ ASKER CANI NELER İSTER: Status Quo -in the army now

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA


Status Quo'nun statüsünü belirleyen en belirgin parçası "in the army now" bana her daim fazlasıyla faşizan gelmiştir. Hatta 2010 yılında parçayı tekrar bir kliple taçlandıran pişmaniye kıvamına gelmiş grup  Amerika'yı bir Mehmetçikler cenneti olarak göstermeye çalışmışlardı. Biz yedik mi yemedik. Ama yiyene de dur yeme demedik. Sonuçta bizde de "Her Türk Asker Doğar" diye bir dogma mevcut. Bunu "Her Türk Borçlu Doğar"  , "Her Türk Doğduğuna Pişman Olur" , "Her Türk Prematüre Doğar" gibi versiyonlara çevirmek mümkünken ben bu durumu oluruna bırakma taraftarıyım.

KISACASI ASKERE GİDİYORUM SEVGİLİ OKUR. BLOG SANA EMANET VATAN İSE BANA.
GÖZLERİNDEN ÖPER, GÖRÜŞMEK ÜZERE DERİM.

5 Ağustos 2012 Pazar

Meslek liselerinin parlak bölümleri yalanı : GAZETE VE DERSANELERİN REHBERLİKLERİNE PEK İNANMAYIN

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA

Geçenlerde memurlar.net adlı çoğu memurun iç dökme ve ajitasyon formu haline gelen sitede "Meslek liselerinin parlak bölümleri" adlı bir yazı gördüm. Çok manidar bu yazı "Akşam gazetesi" nin bir haberiydi. Üstelik "Uğur Dershaneleri" adlı kurumun rehberlik servisi tarafından yapılmış bir çalışmanın ürünüydü bu haber. Binlerce insanın okuduğu bu haberin doğruları işaret etmediğini kaynakları ile birlikte açıklamaya çalışacağım. Hemde bunu kısa bir sürede 10-15 dakika gibi bir sürede yapacağım. Koskoca bir gazetenin ve bunu haber yaparken çokta denetlemeyen bir sitenin yapmadığını yapacağım. 

Bunları yazarken şahsi deneyimlerim ve belgeler ışığında bir yazı yazacağım. Öncelikle bir araştırma yapılsa 10 meslek lisesinden ancak 1 tanesinin adam akıllı eğitim verdiğini söylemek bile fazla iyimserlik olur. Ki ben hem Ticaret Meslek hem de Anadolu ve Teknik Meslek liselerinde stajyer öğretmenlik yapmış biriyim. Her şeyden daha da önemlisi 70 kişilik üniversite sınıfımın % 80 i ya da daha fazlası meslek lisesi mezunu idi. 

http://www.memurlar.net/haber/267131/ linkinde ki haberde yazan aynen şu :

SBS maratonunda kısa yoldan meslek sahibi olmak isteyen öğrenciler için Uğur Dershaneleri rehberlik uzmanları, meslek lisesi alanlarını tanıtan bir rehber hazırladı: İşte meslek liselerinin gözde alanları:

Mobilya ve İçmekan Tasarımı alanı altında yer alan Mobilya ve İçmekan Ressamlığı, İç Mekan ve Mobilya Teknolojisi,Mobilya Süsleme Sanatları,Mobilya İskeleti ve Döşemesi, Ahşap Doğrama Teknolojisi dallarının yeterliklerini kazandırmaya yönelik eğitim yapılan alandır. Ön lisans programını başarı ile bitirenler ÖSYM tarafından yapılan dikey geçiş sınavında (DGS) başarılı oldukları takdirde; lisans programlarına dikey geçiş yapabilirler. Mobilya ve İç Mekan Tasarımı Alanından mezun olan kişi kamuya ve özel sektöre ait fabrika, atölye ve tersanelerde çalışabilirler. Kendi iş yerlerini açabilirler."

AMA BU YAZANLARIN NE YAZIK Kİ GERÇEKLE UZAKTAN YAKINDAN ALAKASI YOK.
NİYE Mİ ?

Bir örnekle duruma açıklık getireyim. Örneğimizi Mobilya ve Dekorasyon önlisans programı çerçevesinde yapalım. Şimdi öncelikle Türkiye'de önlisans bölümlerinin %90 'nı bir boka yaramaz. Bir boka yarayan önlisans programları ise işe yaradıklarından ziyade kamuda yani devlette iş bulma kolaylığından dolayı işe yarar gözükmektedir. Bunların geneli ise "Sağlık Sektörü" ile ilgili önlisans bölümleridir.

Haberde önlisans ile bazı bölümlerin çok çabuk iş bulabileceklerini ya da Dgs ile geçiş yapabileceklerinden bahsedilmektedir. Oysa ne iş bulmak ne de Dgs ile geçiş yapmak bu programlarda pek kolay değildir. Örnek verdiğim Mobilya ve Dekorasyon önlisans programı 260 ile 265  arası bir puanla lisansa öğrenci alırken ben iki kere 280-285 arası bir puan aldım. Dgs'de Türkiye derecesi yapmış biri olarak söylüyorum bunları. Üstelik kontenjanların artması ve bazı haksız ve düzensiz uygulamaların değişmesi için YÖK' e dava açmış birisi olarak söylüyorum. ( Ben davayı açtıktan bir sene sonra bizim istediğimiz bir çok değişiklik olmasına karşın ben davayı kaybettim. Ve yaklaşık 2 milyara yakın vekalet ücreti ödedim)

Konumuza geri dönersek  Mobilya ve Dekorasyon önlisans programını okuyan bir arkadaş lisansta Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümüne DGS ile dikey geçiş yapacak. Oysa bu bölüm kaç devlet üniversitesinde var ki! Hemen bakalım. Gazi'de 2 kişi , Marmara'da 2 kişi, Mimar Sinan'da 3 kişi , Odtü'de 2 kişi. Yani sadece dört tane devlet üniversitesinde toplamda 9 kişilik kontenjan var. Oysa yaklaşık 140 tane ( örgün öğretim yani birinci öğretim ve ikinci öğretim olmak üzere) önlisans programı var. Her bir önlisans kontenjanı ise 30 ile 60 arası değişiyor. Biz ortalama 40 kişi desek bile 140*40= 5600 kişi yapar. Üstelik Mobilya ve Dekorasyon gibi bir bölüme geçiş yapabileceğiniz bölümleri sadece siz tercih etmiyorsunuz. Aşağıda da görüldüğü gibi  Mobilya ve Dekorasyon DGS ile Endüstri Ürünleri Tasarımı gibi bir bölüme geçmek için kendi bölümünden 5600 kişinin dışında Bilgisayar Destekli Tasarım, Bilgisayar Destekli Teknik Çizim, Endüstri Ürünleri Tasarımı , Endüstriyel Tasarım gibi önlisans programlarında ki kişilerle de yarışmak zorunda. Diğer bölümlerinde 5000  kişilik kontenjanları olduğu düşünülse ( daha az olabilir ama) toplamda yaklaşık 20000 kişi ile yarışması gerekecek .

Kısacası 20000 kişiden sadece ve sadece 9 kişi bu sınavda ( DGS) başarılı olabilecek. Kısacası bir bölüm seçerken bir çok değişkene bakmak lazım. Hatta sağlık sektörü ile ilgili bölümleri seçerken bile. Sadece devlete girer diye düşünmek mantıksız olur zira. 


Meslek lisesi memleket meselesi diyorlar ya doğru. Bu memlekette hangi mesele doğru düzgün çözüldü ki meslek lisesi sorunu çözülsün. Umarım ilerde meslek liseleri ile ilgili çözüm önerilerimi burada paylaşabilirim. Ama haftaya askere gideceğimden dolayı uzun süre bir şey yazamayabilirim. Görüşmek üzere...














EGEMENLİK, KAYITSIZ, ŞARTSIZ TELEVİZYONUN(DU)!*

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA
Aşağıda ki yazı bana ait olmakla beraber bir kitap için yazmakta olduğum bir taslaktır. 

EGEMENLİK, KAYITSIZ, ŞARTSIZ TELEVİZYONUN(DU)!*

Televizyon sözcüğü, Yunanca  “uzak”  anlamındaki ‘tele’ ve Latince “gör” anlamındaki ‘visio’ sözcüklerinden üretilmiştir. Uzağı görmemiz için tasarlandığı söylenen aletin bu gün yanı başımızda olan birçok şeyi göremememizi sağlaması (ya da umursamamamızı) ve dağınık bir bilinç oluşturması ise işin vahim tarafıdır.  1923 yılında İngiltere’de icat edilmesi ile başlayan bu sürecin 20. Yüzyılı 21. Yüzyıla güvenle taşıyacağı umudunu taşıyanlar epey yanıldı. En azından bir gelişmişlik göstergesi olduğu varsayılarak böyle düşünülüyordu şüphesiz. Ama yine İngiltere’de 1760-1850 yıllarında süregelen Sanayi Devrimi ve 1914’den 1945’e kadar süren birinci ve ikinci dünya savaşları ile yorulan dünya insanlarına yeni bir oyuncak lazımdı. İşte bu vazifeyi televizyon üstlendi. İcadından bu güne bilgi dolaşımını sağlaması gerekirken görüntü ve bilgi kirliliğini fazlasıyla üstlenen (ideolojileri dayatan)  televizyon, üretilen her icat gibi hizmet etmesi gereken yönleri çoğu zaman ıskaladı. İktidarların ya da muhalefetlerin, para babalarının, televizyon sahiplerinin, kalitesiz televizyoncuların, yapımcıların, reklamcıların yani halktan çıkar sağlamaya çalışan tüm menfaat sahiplerinin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Üstüne bilgisiz ve bilinçsiz ailelerin ve bireylerin çaresizliği eklenince kaosun fitiline ateş çoktan verilmiş oldu.  
Reginald Damerll "hiçbir çocuk ya da yetişkin TV izlerken daha fazla TV karşısında kalarak daha iyi konuma gelmez. Gereken beceriler o kadar basittir ki henüz yeteneksizliğinden dolayı TV izleyemeyen bir çocuk duymadık" der.  Neil Postman’ın ve Cemil Meriç’in söyledikleri ise birbirlerinin sağlamasını yapar sanki.  Postman’a göre: Televizyon okuma kültürünü yok etmiştir. Halbuki zihinsel gelişim için okuma eyleminin yerini hiçbir eylem tutamaz. Seyirci olmak için hiçbir beceri gerekmez. "Televizyon okuma-yazma kültürünü genişletmez ve pekiştirmez. Tersine, okuma-yazma kültürüne saldırır. Televizyon, herhangi bir şeyin devamıysa eğer, on beşinci yüzyıldaki matbaanın değil, 19. Yüzyılın ortasında telgraf ile fotoğrafın başlattığı geleneğin devamıdır." (Postman, 1994: 96)
Meriç ise “Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon seyrederken şuurumuz yarı uykudadır. Bu itibarla seslerin ve renklerin cümbüşü ile bir kat daha sarhoşlaşır ve kendimizden geçeriz. Televizyon, şuurdaki son pırıntıları da yok eden bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı... Bu korkunç tiryakilik, kurbanlarını batılılaştırmaz, batırır. Kültürün dün de, bugün de, yarın da tek taşıyıcısı vardır: Kitap. Televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batının bütün fuhşiyatını haremimize taşıyan bu kanalizasyonun hayırlı bir işe yarayacağını ummak büyük iyimserlik olur. Eskiler "medenîleşmek, frengileşmektir" demişler. Televizyonun cömertçe dağıttığı medeniyet de bu çeşit bir medeniyet"  diyor.( Meriç, 1986: 404)
Bunca televizyon karşıtı görüşe rağmen televizyonun faydalarını da görmezden gelmemek gerekir. Kimi birçok kişide televizyonun faydalarından söz eder. Sonuçta her evde olan bir aleti ve neredeyse ırksal arkatipsel bir devinimi olan televizyonu hayatımızdan çıkarmak için çok geç kaldık. Ama bu geç kalmışlığımızın devamının gelmemesi gerekir. İşte bu iyi bir medya okuryazarı olmakla çözümlenebilecek bir sorun olabilir. “Neyi okumalıyım” , “Neyi izlemeliyim”  i bilinçli sorup gerçekçi cevaplarla buluşturabilirsek televizyon ve diğer medya organları görevini doğru yerine getirebilir. İşte bu kolaj hem bunu sağlamaya yönelik bir toplama olmayı hedefler. Tüm öğretmen (eğitimci) ve öğretmen adaylarına umarız klavuzluk eder.  "Öğretmen öğrencilere malzemeyi, üzerinde düşünmeleri için sunar ve öğrenciler kendi düşüncelerini ifade ederlerken o da önceki değerlendirmelerini yeniden gözden geçirir" (Freire, 2003: 58) Paulo Freire ‘nin dediği gibi gerek öğrenci gerek öğretmen burada öznedir. Doğru olan ve yapmamız gereken televizyon, internet ve diğer tüm medya organlarını kullanırken gerçekle yüzleşmekten geçer. “Yüzleşme noktasında ne mutlak cahiller ne de yetkin bilgeler vardır; sadece halen bildiklerinden daha fazlasını öğrenme girişimi içindeki insanlar vardır. “ (Paulo Freire -Ezilenlerin Pedagojisi )
* Televizyon egemenliğini her zaman üst düzeyde koruyamayacak olsada 
(internet ve sosyal medya nedeniyle ) egemenlikten payını her zaman almasını bilecektir. 

AĞZI OLAN KONUŞUR AKLI OLAN SUSAR

0 OLMASA MEKTUBUN YAZDIĞIN YORUMLAR OLMASA


Bazı insanlar hep konuşur ama ne konuştuğunu bir türlü anlamazsınız. Toplu bir hipnoz gibi konuşanı seyretmek bizde alışkanlık haline gelmiş. Anlamıyor ama dinliyor , konuşuyor ama ne konuştuğumuzu bilmiyoruz. Ve hayat böyle geçip gidiyor işte.